30 Ocak 2011 Pazar

İTO YAZILARI

Bir savaş çıkarsa gıda bir silahtır.



YENİ SİLAH: GIDA

“En düzgün işleyen saat midedir.” Bir Fransız Atasözü

Bugün, hemen hepimizi ilgilendiren konuların başında “yemek” konusu geliyor. Ne kadar önemli olursa olsun sergi, moda, klasik müzik ve teknoloji gibi konular toplumun sadece bir kısmını ilgilendirirken “yeme - içme” konusu milyarlarca insanı hatta tüm canlıları ilgilendiriyor.

“Yeme - içme”, tüm insanlığın ortak dili konumundadır. İnsanoğlunun temel ihtiyaç maddeleri arasında ilk sırada beslenme geliyor. Yemekte kullanılan ürünler, pişirilme şekilleri, sunum gibi ayrıntılar, o toplumun coğrafi özellikleri ve kültürü nedeniyle farklılık gösterse bile özünde, yaşayan her canlı yemek ile birebir ilişkili durumdadır.

YEME - İÇME: İNSANLIĞIN ORTAK DİLİ

“Kral da, dilenci de aynı iştahla acıkırlar.” Montaigne

Yeme - içmeyi, sadece evimizde veya dışarıda yediğimiz yemek olarak düşünmemek gerekiyor. Bilim adamları, bir insanın, bir yıl boyunca kilosunun beş katı kadar gıda tükettiğinin altını çiziyorlar. Dünya nüfusunun tamamını düşündüğümüzde hiç azımsanmayacak bir miktardır bu. Öyle ki gıda sektörü incelendiğinde dünya ticaret hacmindeki payı inanılmaz derecede yüksektir. Yapılan son araştırmalar dünyada parasal büyüklük açısından iki sektörün olduğuna dikkat çekiyor: Silah ve Gıda.

Peki, bu kadar yüksek ticaret hacmine sahip gıda sektöründe Türkiye’nin payı ne kadar?
Türkiye, coğrafi konumu ve buna bağlı olarak topraklarında yetiştirilen ürünler bakımından incelendiğinde eşsiz bir yere sahiptir. En sade örneği, Türk Mutfak Kültürü’nün zenginliği ve mutfağın bir “kültür” olarak algılanmasıdır. Ülkenin tarihsel geçmişine bakıldığında – Orta Asya’dan, Osmanlı İmparatorluğu’na; Selçuklular’dan, Cumhuriyet Dönemi’ne kadar her zaman “mutfak kültürü” toplumumuzda önemli bir yere sahip olmuştur – bu zenginlik daha birçok kaynakla beslenmektedir. Örneğin, geçmişten bugüne, oldukça geniş topraklarda yaşamını sürdüren Türkler, yaşadıkları toprakların özelliklerini ve yaşam şartlarını mutfak kültürlerine yansıtabilmişlerdir.

Ancak ne yazık ki tarihe bu kadar köklü bağlarla bağlı olan Türk Mutfağı, dünya mutfakları sıralamasında hak ettiği yeri bulamamıştır. Bu yüzden de ekonomik anlamda sahip olması gereken payı da alamamıştır. Bu sorunun nedenleri arasında Türk Mutfağı’nın kayıt altına alınmasındaki gecikme yani yazılı belgeler konusundaki eksiklikler geliyor. Son yıllarda bu çabaya yönelik çalışmaların yapılıyor olması umut verici görünse de maalesef yeterli değildir. Çözüm, sadece kalıcı çalışmalar yapmakla ilintilidir; konuya dair ciddiyetle çalışılmalı, yeni nesil bu konuda eğitilmeli ve bilinçlendirilmelidir.

Gelişen teknoloji ve uluslararası iletişimin gücü düşünüldüğünde, Türkiye, mutfağına sahip çıkmalı ve pazardan hak ettiği payı almalıdır. Tüm dünyada üretilen ve tüketilen yoğurt, tarhana, pastırma, baklava gibi ürünler Türk Mutfağı’na aittir ki bunlar sadece bilinen ve hep ön plana çıkan ürünlerdir. Bunların yanı sıra bugün “bulyon” olarak tabir edilen hazır et tozları, hazır çorbalar geçmiş dönemde Türk Mutfağı’nda zaten yer almaktaydı. Fakat patent konusunda gerekli girişimlerde bulunarak çoğu ürünümüze sahip çıkamadığımızdan hak da iddia edilemiyor.

Son yıllarda milletlerarası tartışmaları gazetelerden hepimiz takip ediyoruz. Türk Mutfağı’nın yeteri kadar tanıtılamamasındaki suç hepimize aittir. Sektör içindeki işletmelerden, yetkililere; vatandaşlardan akademisyenlere kadar herkes sorumluluk sahibidir…

Kendi değerlerimize sahip çıkmıyoruz.

Gıda sektörü, günümüzde hem sahip olduğu önem, hem de ticari değer bakımından dikkatle incelenmelidir. Çünkü gıda sektörünün etkilediği alanlar oldukça fazladır: Tarım sektörü, hayvancılık sektörü, ilaç sektörü, sağlık sektörü, perakende sektörü, reklam ve pazarlama sektörü bunların başında geliyor.

ABD Tarım Bakanı Earl Butz, 1974’te Roma’da düzenlenen Dünya Gıda Konferansı sırasında gıdanın aslında bir silah olduğunu söylemiş ve gıdayı “pazarlık sandıklarındaki en önemli araçlardan biri” olarak tanımlamıştı. 1957 yılına dönüp bakarsak, ABD Başkan Yardımcısı Hubert Humphrey, Amerikan halkına, “İnsanların size güvenip dayanmalarının, size bağımlı olmalarının ve bu şekilde sizinle işbirliği yapmalarının yolunu arıyorsanız, onları gıdaya bağımlı hale getirin. Bu en mükemmel yöntem,” diyor.

1980’lerden bu yana tarımın şirketleşmesi, genetiği değiştirildiği iddia edilen tohumlar, gıda fiyatlarındaki yükseliş, kıtlık tartışması gündemden hiç düşmüyor. Kıtlık endişesiyle temel gıda maddelerinin fiyatı hızla yükseliyor. Son altı ay içerisinde buğday fiyatlarında yaşanan yüzde elli artış hemen aklıma gelen bir örnek…


Beni en çok düşündüren konulardan bir diğeri de açıkçası başka bir yanılgı ya da tezatlık ya da adına ne denirse… Bir yandan tüm dünya kıtlık endişesi yaşarken, bir yandan da obezite gibi bir sağlık sorunuyla karşı karşıyayız. Bu cümleden de anlaşıldığı gibi oldukça çelişkili bir durum var ortada. Bunun tek bir mantıklı açıklaması olabilir diye düşünüyorum. Demek ki hatalı besleniyoruz. Gıda hammaddesi mevcut ama biz yanlış beslenme ile günden güne şişmanlıyor ve sağlıksız nesiller yetiştiriyoruz.


Üstüne üstlük gıda ve tarım konusunda dünyada toplam 10 uluslararası şirketin piyasaya hâkim olduğu düşünüldüğünde, III. Dünya Savaşı çıkarsa, bu savaşın “Gıda Savaşları” olabileceğini düşünmek hiç de zor olmaz. Tabii yeniden üzerinde durmadan geçmemek gerekiyor: Bir savaş çıkarsa, gıda bir silahtır.

SONUÇ: Zamanında, yeteri miktarda, yerinde üretim ve tüketim. Yani bilinçli tarım, bilinçli tüketim.


ÇARPICI RAKAMLAR
GIDA HACMİ SEKTÖREL BÜYÜKLÜĞÜ
TÜRKİYE 325 MİLYAR TL
DÜNYA 23 TRİLYON 725 MİLYAR TL
SEKTÖR PAYIMIZ % 1,38