31 Ağustos 2010 Salı

Tahir Tekin Öztan Dünya Gıda Dergisi Ağustos Ayı Yazısı

Sahurda yemek ısıtılan değil pişirilen evlerde büyüdük…

Eski yıllarda Ramazan telaşı bir başka olduğu kadar, sahur ve iftar sofraları da farklıydı. Hiçbir işin kolayına kaçılmaz sahur için yemekler yapılır, hamurlar yoğrulur, börekler açılırdı. Sofranın hazırlanmasına özen gösterilir, kimi zaman yapılan yemeklerden bir tabak da komşulara gönderilerek ikram edilirdi.

On bir ayın sultanı ‘Ramazan’ geldi. Ancak günlük ha-sesiyle uyandığımda, annemin tatlı bir telaş içinde yemek pi-yatın hızı, unutulan değerler, küçülen aileler hayatın şirdiğini hatırlıyorum. Evet, yanlış okumadınız, yemek ısıttığını pek çok alanında olduğu gibi Ramazan’da da eski ya da kahvaltılıkları masaya koyduğunu değil; annemin yemek günleri yaşayanların dudağında buruk bir tebessüm bırakıyor…

Şimdi pek çok evde Ramazan ayının olmazsa olmazı sofralar bile kurulmuyor… Üşengeçlikten mi, önemsemekten mi, değer bilmemekten mi yoksa insanların gittikçe yalnızlaşmasındanmıdır bilmem; ama bu sofralar olmadan da o Ramazan Ramazanşöleni layıkıyla yaşanamıyor…

Günümüzde, modern hayatın yaşam koşulları nedeniyle bu geleneklerden göreneklerden uzaklaşılması endişe verici.

Eski yıllarda Ramazan telaşı bir başka olduğu kadar, sahur ve iftar sofraları da farklıydı. Hiç bir işin kolayına kaçılmaz sahur için yemekler yapılır, hamurlar yoğrulur, börekler açılırdı. Sofranın hazırlanmasına özen gösterilir, kimi zaman yapılan yemeklerden bir tabak da komşulara gönderilerek ikram edilirdi. Hatta durumu olmayan komşular da düşünülür onlar için de bir tencere kaynatılırdı. Şimdilerde olduğu gibi enpratik yapılan en hızlı yenen yemeklerle karın doyurulmazdı. Her sofranın kendine özgü törensel bir havası vardı.
Fırında sıra beklerdim

Çocukluğumda, davulcunun o güzel “Sahur oldu haaa” sesiyle uyandığımda, annemin tatlı bir telaş içinde yemek pişirdiğini hatırlıyorum. Evet, yanlış okumadınız, yemek ısıttığını ya da kahvaltılıkları masaya koyduğunu değil; annemin yemek
pişirdiğini...

Beş kardeşin en küçüğü olarak fırına gidip tazecik pideyi almak da benim görevimdi. Yüzümü yıkar, gözümü ovuşturarak fırının yolunu tutardım. Hatta sabahın bu en erken saatinde fırında kuyruğa girer, taze pide sırası beklerdim. Ancak bunları büyük bir keyif içinde gerçekleştirirdim çünkü az sonra bütün aile aynı sofranın etrafına oturacak hem yemek yiyecek hem sohbet edecek hem de dini vecibelerimizi yerine
getirecektik. Çoğu kez fırından eve dönenene kadar sıcak pidelerden birinin ucunu koparıp yemiş olurdum ama bu da benim Ramazan ritüelimdi; kimse bana sesini çıkarmazdı…


Tahir Tekin Öztan:
“Eskiden Ramazanlar buram
buram kültür ve yardımlaşma
kokardı şimdi ise ticaret.”


Eve döndüğümde bütün aile sofradaki yerini almış, beni yani sıcacık pideleri bekliyor olurdu… Yemeğimizi yedikten sonra çaylarımızı yudumlar oruç için niyet edip tekrar yataklarımızın yolunu tutar ve bundan müthiş bir keyif alırdık.

Çocukluğum Gaziantep’te geçtiği için Ramazan ayının yaşandığı mevsime göre simit aşı, şehriyeli bulgur pilavı, Arap köftesi, süzek yapması, mercimekli pilav, peynir dürümü, tarhana eritmesi, topaç eritmesi, pekmezle yenen küspe eritmesi gibi yöresel yemekler bulunurdu sahur sofralarımızda.

İftar sofralarımız da en az sahur sofraları kadar renkliydi. Ancak iftar yemekleri sahur yemeklerinden farklıydı.

İftar sofralarımız

İftara da tıpkı sahur gibi hazırlık yapılırdı. İftar vaktinin saatler öncesinde çarşı alışverişini hızlı adımlarla tamamlamaya çalışırken aklımda iftar sofrası, elimde halep kahkesi ve meyan şerbetinin muhteşem kokusunu içime çeke çeke eve götürürdüm...

İftar sofralarımız her gün ayrı bir özen ve heyecanla hazırlanırdı. Ramazan ayında iftar sofralarının en güzel adetlerinden biri de iftara davet edilen misafirlerdi. Top atılmasıyla beraber bütün gün aç kalan mide zarar görmesin diye iftariyelik denen hafif atıştırmalarla yemeğe başlanırdı. Hurma, zeytin, peynir ve reçel çeşitleri ile bal ve pekmez sofranın baş misafirleriydi. Kan şekeri dengelensin diye mutlaka tatlı yenirdi.

Meyan şerbeti olmazsa olmazlarımızdandı. Rengi, kokusu lezzeti ile iftar soframızın baş tacıydı. Kahvaltılıklarla beraber yeni yoğrulmuş çiğ köfte de vazgeçilmez yemeklerimizdendi. Annem hemen her gün değişik bir çorba yapardı. Mevsimine göre alaca çorba, öz çorbası, lebeniye çorbası, katma çorbası, ezogelin…

Sofranın renk cümbüşünün yanında bir lezzet şöleni de yaratması unutulmazdı. Yemeğin sonuna doğru tatlı faslı başlar, çaylar içilir, bu şahane sofra keyif kahveleriyle son bulurdu. Ancak ramazan ayının en büyük özelliklerinden biri de ailelerin,komşuların, dostların daha sık bir araya gelmesini sağlamalarıydı. İftar davetleri, dost meclislerinde yapılan sohbetler, komşularla karşılıklı yapılan ikramlar ile sosyal hayatta iletişim sağlanırdı. Geçmişte bu buluşmaların, sohbetlerin ayrı bir sıcaklığı,samimiyeti başka türlü bir rengi vardı.


Niye iç geçiriyoruz?

Ramazan ayı geldiğinde herkes için tatlı bir heyecanbaşlar ama çocuklar için bambaşka bir dünyanın kapılarıaçılırdı…
Cambazlar, hokkabazlar, macuncular, kağıt helvacılar, Karagöz ustaları, meddahlar, ortaoyuncular ile eğlenen çocuklar gönüllerince pamuk şeker, macun, kağıt helva ve horoz şekeri yerlerdi. Yarım gün orucu ile oruç tutmaya alıştırılan çocuklar bir yandan eğlenir diğer yandan evin büyükleriyle gidilen teravih namazları da dahil
olmak üzere dini vecibelerini öğrenirlerdi. Merakla beklenen top sesi, pencereden görülmeye çalışılan Ramazan davulcusu ve elbette ki sabırsızlıkla beklenen bayram da
cabası… Bu örf ve adetlerle büyüyen çocuklar işte şimdi iç geçire geçire “Benim çocukluğumda…” diye başlayan cümleler kuruyor…

Bayram kahkesi

(4-6 kişilik)

Malzemeler
2 yemek kaşığı pekmez
1 su bardağı süt
1 çay kaşığı mayana (rezene)
1 çay kaşığı çörek otu
1 su bardağı sıvı yağ
1 yumurta
Alabildiğince un

Yapılışı

Bir kapta pekmez, süt, mayana, çörek otu, alabildiğince unla iyice yoğrulur. Biraz dinlendirilip halka şeklinde, ya da düz şekilde yapılarak fırın tepsisine dizilir ve kızarıncaya kadar pişirilir.

İş yemeği gibi davetler

Günümüzde Ramazan aylarında yine davetler veriliyor yine sofralar kuruluyor ancak eski tadı yok. Belki biraz da adet yerini bulsun diye kuruluyor bu sofralar. Bunu şuradan anlamak mümkün, son yılların adeti restoranlarda verilen iftar davetleri oldu. İftar sofraları da samimiyetini iş yemeği soğukluğuna bıraktı…

Oysa bu faziletli Ramazan ayında iş güç yoğunluğundan göremediğimiz aile fertlerimizle, dostlarımızla, komşularımızla bir araya gelip kaybettiğimiz iletişimi tekrar sağlayabiliriz. Tek kişi de iki kişi de olsak evimizde, iftar sofrası hazırlayarak sevdiklerimizi davet edebiliriz…

Diyeceğim o ki, eskiden Ramazanlar buram buram kültür ve yardımlaşma kokardı şimdi ise ticaret. Ramazan, rejim ayı; bayram ise tatil fırsatı olmaya devam ettikçe örf ve adetlerimiz unutulmaya, kültürümüz zarar görmeye devam edecek.

GIDA DERGİSİ Ağustos 2010